Kıyas aleyhindeki deliller ve cevaplan:

Kıyas aleyhindeki deliller ve cevaplan:


478 -: Kıyası inkâr edenlere göre herhangi bir hâdise hususunda zahir naslar ile amel edilir. Bu babda kitab, sünnet, icmai ümmet kâfi­dir, kıyasa lüzum yoktur.

Bunlar, bu müddealarını isbat için şu gibi deliller irad etmektedir­ler:

(1) : Kitabuîlah, her şeyi camidir. Nitekim: " sana kitabı her şeyi mübeyyin olarak indirdik) = yaş, kuru hiç bir şey yoktur ki, illâ açık vazıh olan kitabda mezkûrdur) âyetleri bunu natıkür. Artık kıyasa ne hacet!

(2) : Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:

Yâni: îsrail

oğullarının işleri dosdoğru devam ediyordu, tâ ki, aralarında esir ço­cukları çoğaldı, olmayan şeyleri olan şeylere kıyas ettiler de hem ken­dileri sapıttılar, hem de başkalarını sapıttırdılar.

Bu hadis ise kıyasın gayri meşru olduğunu göstermektedir.

(3) : Makisün aleyh olan asıl hakkındaki hüküm, ne gibi bir sebe­be, illete müstenit olduğu çok kere nas ile beyan edilmiş değildir. Bu hükmün ne gibi bir vasfa istinat ettiğini rey ile tâyin doğru olamaz. Artık bu hükmü hangi bir illetteki iştirakten -dolayı fer'de de isbat et­mek nasıl caiz olabilir? Bu, hakkullaha riayetsizlik olmaz mı?.

(4) : Naslar ile hükümleri beyan edilmemiş olan şeyler hakkında is-tishab ile amel olunur, ibahei asliye ciheti kabul edilir, onun cevazına, mübahulasl olduğuna hükmedilir, kıyasa hacet kalmaz.

Bu delillere karşı şu veçhile cevap verilmiştir:

(1) : Kitabı ilâhi, vakıa her şeyin hükmünü mübeyyindir. Fakat bu beyan, her hususta sarih değildir. Kuranıkerim ile sünneti nebeviyye, gerek lâfızları ve gerek mânâları itibariyle birer şer'î delildir. Kıyas yo-lile sabit olan bir hüküm ise bunların lâfızlarına değilse de mânâlarına dahildir, racidir. Bu cihetle kıyas müstakillen müsbit bir hüccet değil­dir, belki bir muzhir hüccettir, nassın ihtiva ettiği umumî bir hükmün cereyan edeceği gayri mansus mahalleri izhar ve iraeye hadimdir. Artık kıyasın bir hüccet olarak kabul edilmesi, Kur'anıkerim'in her şeyi mü­beyyin olmasına muhalif değildir.

nazmı celîlindeki kitabdan muradın da Kur'anı Kerim olduğu kat'iyyen malûm değildir. Birçok müfessirlere göre bun­dan murad, levhr mahfuzdur. Böyle bir ihtimâl sabit olunca da istidlal sakıt olur.

(2) : Şer'î naslann intibak edeceği hâdiseler, sahalar gayri mah­surdur. Halbuki Kur'andaki ve sünneti nebeviyedeki şer'î deliller, za­hirlerine nazaran mahduttur, bu gayri mahsur hâdiselerin hükümlerini muhtevi görülmemektedirler. Bu hâlde Kur'anıkerim olmamış olmaz mı?. Halbuki kıyas tarikile tayin edilen hükümlerde min vechin naslara raci, ayni illet ile sabit olunca böyle bir mahzur kalmaz. Artık Kur'am Mübînin bu hükümleri sarahaten değiise de manen muh­tevi bulunmuş olduğu taayyün eder. Ümmeti merhume için geniş bir sahai ahkâm açılmış olur, şer'î deliller ile hâl ve fasl edilemeyecek içti­maî, hukukî bir mesele kalmaz.

(3) : Kitabullahın tibyanen lıkülli şey olduğunu nazara alıp kıyasa lüzum görmeyenlerin sünnetlere de, icmaa da lüzum görmemeleri lâzım gelmez mi?. Eğer Kur'anıkerim, her şeyin hükmünü apaçık olarak beyan buyuruyorsa sünnetin, icmam ayrıca birer hücceti şeriyye olması­na hacet kalır mı?. Halbuki kemlileri de bu sünnetlerin, semaların bir rer şer'î hüccet olduğuna kaildirler.

Demek kî, Kur'anı âzimin bbyanen likülli şey olması, başka bir hüccetin mevcudiyetine mâni değilmiş. O hâlde kıyasın mevcudiyetine de mâni bulunmaz.

Filhakika bütün bu hüccetler, bir hükümler menbaı olan Kur'amke-rim'e manen râci olmakla aralarında bir mümanaat tasavvur olunamaz,

(4) : Vakıa bazı eserlerde, hadislerde kıyasın mezemmetini göste­rir işaretler vardır. Fakat bunlara mukabil, kıyasın meşruiyetine dair daha kuvvetli eserler, hadisler mevcuttur. Mezmum olan kıyas ise usu­lüne gayri muvafık, cühelanın teşehhiyatma müstenit olan vâhî kıyas­lardır.

Resulü Ekrem Efendimiz, ashabı kirammdan Muazibni Cebeli Ye­mene kadı tayin etmişti. Ne ile hükm edeceğini sormuş, o da: Kitabullah ile, sünneti nebeviyye ile, ve bunlarda sarahaten bulamadığı şeyler hak­kında da kendi ietihadile hükm edeceğini beyan etmekle Fahri Âlem Hazretleri: «Allahütealâ'ya şükür olsun ki, resulünün resulünü, resulü­nün razı olacağı şeye muvaffak buyurdu.» diye mahzuziyetini izhar bu­yurmuştur. İctihad İse kıyası da muhtevidir. Hattâ kıyasa mecazen iç­tihat da denir. Çünkü ictihad, kıyasa sebebdir. Aliyyibni Ebi Hüreyre ise içtihat ile kıyası bir sayarak bunu İmam Şafiiye nisbet etmiştir. Fa­kat cumhuri fukahaya göre ictihad kıyastan eamdır. Zira her kıyas iç­tihada muhtaçtır. Her ictihad ise kıyasa muhtaç değildir.

Velhâsıl bu hâdisede Resulü Ekrem'in Hazreti Muaza hitaben: «Bir şeyin hükmünü kitabda, sünnette bulamazsan ne ile amel edersin» diye buyurması, her hükmün bu iki menbada sarahaten bulunamayacağını gösterir. Sonra Hazreti Muazm: «İçtihadımla amel ederim» demesini tas­vip buyurması da.kıyasın meşruiyet ve memduhiyetine bir delildir.

Maamafih kitab veya sünnet bir hükmü ya bilâvasıta veya bilvasıta beyan eder. Kıyas ise vesait kabilindendir. Binaenaleyh kıyas ile zahir olan bir hükmü kitab veya sünnet, bilvasıta beyan etmiş olur. O hâlde. kıyas ile izhar edilen hüküm de ayni menbaa raci olmuş olmaz mı?.

Hazreti Ömer'in Musel Eş'arî Hazretlerine kıyası tavsiye etmiş ol­duğunu da ikinci kitabda göreceğiz.

(5) : Bazı hükümlerin illetleri nas ile gösterilmiş, bazı hükümlerin illetleri de nassın delâletile, işaretiîe ve selim aklın intikalile anlaşılmak­ta bulunmuştur.

Meselâ: nazmı celilile zina nehy edilmiştir. Bu neh-yin illeti de çünkü o bir fahiş cinayettir) kavli şerifile sarahaten gösterilmiş demektir. Artık zinaya kiyasen fevahişten bulu­nan herhangi bir şeye yaklaşmadan memnu olduğumuza kail olursak kitabullaha muhalefet mi etmiş oluruz?

Kezalik: şarii hakîm, Öldürücü bir zehir olduğu bilinen bîr şeyi ye­mekten bizleri men etmiş olsa artık o gibi zehirli olan sair şeyleri ye­mekten de memnu bulunduğumuz kıyas yolile taayyün etmiş olmaz mı?. Aksi takdirde şarii mübinin hikmeti teşriiyyesine muhalif harekette bu­lunmuş olmazmıyız?.

Şarii hakîm, bizleri teemmüle, tefekküre, istibsara, hükümleri is-tinbata davet ediyor. Eğer biz yalnız apaçık olan ahkâm ile amel edip bir takım hakayıkı tefekkür ve İstinbat vasıtasile meydana çıkarmakla mükellef olmasaydık bu tefekküre, istinbata, davet edilmemiz zaid ol­maz mı idi?.

Allahü Tealâ tefekkür ve teemmül erbabını medh ediyor. Tefekkür ve teemmülün bir neticesi olan istinbat, bir ictihad meselesidir. Kıyas da bir ictihad meselesinden başka değildir.

Bütün bunlar, kıyas ile amelin cevazına delâlet ediyor. Şarii mübî-nin tecviz ettiği bir şey ise kendisinin hukukuna bir tecavüz sayılamaz.

(6) : Istishab meselesine gelince bu, her hususta bir hüccet ola­maz. Gayri mutenanı ahkâm, mahdut naslar ile halledilemeyeceği gibi istishab yolile de hâl edilemez. Meselâ: «hürmetine dair nas bulunmayan şeyler hakkında ibahei asüyye ciheti kabul edilmeli, bir şeyi aslı üze­re bırakmaktan ibaret olan istishab esası düsturülamel olmalıdır* deni­liyor. Halbuki ibahei asliyyeyi gösteren birçok nasların umumiyeti, şâir naslar İle tahsis edilmiş, birçok şeyler mubah olmaktan çıkarılmış, icti­had için geniş bir tedkik sahası vücude gelmiştir.

Meselâ: o bir Halikı Zîşan'dır ki, yerde bulunan bütün şeyleri sizin için yaratmıştır) âyeti kerimesi, bizlere bir­çok şeylerin mubah olduğunu gösteriyor. Fakat bunlar, alelıtlak mubah mıdır? Elbette değildir. Bunları tedkik ve tefrik icab eder. Bunların ıtlakı üzere mubah olmayıp bir takma kayıdlar ile, şartlar ile mukayyed olduğunu yine âyaü kur'aniye göstermektedir. Ezcümle altın ve gümüş, bizlerin menfaati için yaradılmıştır. Fakat bununla beraber başkasının mülkünde bulunan altın ve gümüş bizlere haramdır, bunları sahibinin elinden gayri meşru surette alıp sarf edemeyiz, bizim bunlardan istifa­de edebilmemiz için bir takım kuyud ve şurut vardır. Aksi takdirde bun­lardan istifade caiz olmaz.

tşte bu hususlardaki cevaz veya ademi cevaz, bazan bir nâs ile sa­rahaten beyan olunmuştur, bazan da kıyas tarikile zahir bulunmuştur Artık kıyasın nassa muhalif, şarii mübînin hükmüne münafi bir şey sa­yılmasına imkân yoktur.

(7) : tbahei asliyyeyi esas tutan zahiriyye mezhebi, mahiyetindeki darlıktan dolayı değil midir ki^ hukukî, içtimaî hâdiseleri hâlle kifayet etmemiş, müslümanlık âleminde uzun bir müddet tatbik sahası bula­mayıp sâlikleri münkariz olmuş, mahsuîi mesaîleri tarihe karışıp git­miştir.

Zahiriye gibi kıyası inkâr edenler, kıble cihetini tayin, cihad işleri­ni tedvir gibi hususlarda içtihada, istimâl-i re'ye cevaz vermişlerdir. Ne­fislerinden zararı def veya nefislerine menfaati celb hususunda rey Ve ictihad ile amele lüzum görmüşlerdir. O hâlde sair hukukî meselelerde ne için bir ictihad eseri olan kıyas ile ameli caiz görmesinler.

(8) : îbni'Aküil Hanbelî diyor ki: Sahabei kiramın kıyas istimal et­tikleri tevatüri manevî ile bizlere baliğ olmuştur.

Ibni Dakiküîd de demiştir ki: Bence mutemed olan, aktarı arzda sarkan ve garben, asren bade asrın kıyas ile amelin iştihar etmiş olma­sıdır. Cumhurı ümmete göre böyledir. Ancak müteahhırinden bazıları buna muhalif bulunmuştur.

Şevkânî merhum da diyor ki: «Sahabeden, tabiînden ve fukaha ile mütekellimînden cumhur, kıyasın usuîi ger'iyyeden bir asi olduğuna za-hib olmuş, bununla hakkında sarahaten delili sem'î bulunmayan ahkâm üzerine istidlalde bulunmuşlardır. Kezalik: kıyasın cevazına Nebiyyi Zî-şan Hazretleri tarafından vukubulan kıyasat ile istidlalde bulunmuşlar­dır. Ezcümle sahabiyattan Has'amiyye: «Yâ Resuîellah!. Babam hac et­meden vefat etti, ben onun yerine hac etsem ona fâidesi olur mu?.* diye sormuş. Resulü Ekrem Hazretleri de: «Söyle bakalım, .babanın üze­rinde bir borç bulunsa da onu sen ödeşen babandan kifayet etmez mi?.» buyurmuş, Has'amiyyenin: «Evet..» demesi üzerine de Resulü Ekrem Hazretleri: «Öyle ise Allahütealâ'ya olan borç kaza olunmaya daha hak­lıdır» diye buyurmuştur ki bu, bir kıyas meselesi demektir.

Resulü Ekrem (saliâllahü aleyhi vesellem) den bi" çok kıyaslar vu­ku bulmuştur. Hattâ «Nasıhı Hanbelî» bu kıyaslara dair bir risale tas­nif etmiştir.

Yine Şevkânî merhumun ifadesine nazaran: kıyası nefy edenler de, her kıyas tesmiye edilen şeyin ihdarma kail olmuş değillerdir. Bunlar, illetleri mansus veya asi ile fer' sayılan şeyler arasında fark gayri mev­cut olan bir kısım kıyasları, asi hakkındaki delilin medlulü tanımış, bu asi hakkındaki delili onlara da şâmil addetmiş bulunmuşlardır. Bu cihet­le arada istîzam edilecek büyük bir muhalefet yoktur. Bu muhalefet, lâfzıdır. Kendilerile böyle amel olunan şeyler hakkında manen ittifak vardır. Tariki amelin ihtilâfı ise manevî ihtilâfı ne aklen ve ne de şer'an ve örf en iktiza etmez. (Usuli Şevkânî).

Velhâsıl : gerek bir çok sahabei kiram ve gerek bir kısım tabiîn ile eimmei erbaa gibi müctehidîni izam, kıyas ile ameli caiz görmüşlerdir. Elverir ki, yapılan bir kıyas, şeraitini cami olsun, usulüne muvafık bu­lunsun, aksi takdirde o bir kıyası meşru olamayacağından —aşağıda ya­zıldığı veçhile-reddi cihetine gidilir. Usulü dairesinde olan bir kıyas ise, arz olunduğu üzere edillei şer'iyeden bir esastır, ve cumhuru ulema­ca makbuldür, muteberdir. Artık bu sevadı azamdan ayrılmak bizim için lâyık olamaz. (Aleyküm bissevadil' a'zami). [29]