Emirlerin Mahiyeti Ve Muktezası ;

Emirlerin Mahiyeti Ve Muktezası ;


232 - : Emir, bir lâfızdır ki, onun vasıtasile başkasından bir işin yapılması isü'lâ tarikile cezmen istenilir. (Namaz kıl), (borcunu ver), (insaniyete hizmet et) ibarelerindeki kıl, ver, et, lâfızları gibi.

Âmir, yâni emreden, kendisini memurdan, yâni emrettiği kimseden yüksek görerek ondan bir işin yapılmasını kat'î surette istemiş olur. Bu istenilen şey, «memurun bin» den ibarettir.

233 -: Âmir, memurdan ya hakikaten veya kendi nazarında yük­sek bulunur. Böyle olmayıp da, bir kimse kendisine müsavi gördüğü bir şahıstan emir sigasile bir şey isterse, meselâ: «Filâna şöyle bir kitap al ver» derse buna tavsiye denir. Kendisinden yüksek bulunan bir zattan bir şey isterse ona da dua, niyaz, istirham denilir.

Meselâ: Bizim Cenabıhak'ka yalvararak: «Yarabbi bizi affet, bize dünyevî ve uhrevî saadet ver» diye yaptığımız hitaplarımız, —hâşâ-emir değil, birer duadan, tazarru'dan ibarettir.

234 -: Emrin muktezası vücûbdur. Yâni: şarii mübîn., bize bir şey ile emrederse o şeyi yapmak bizim için bir farz olmuş olur. Meselâ: Al-lahütealâ Hazretleri, bize diye emrediyor. Binaenaleyh bizim için namaz kılmak, zekât vermek birer farize olmuş bulunuyor. Resulü Ekrem de: ye enırediy°r- Bi~ naenaleyh Peygamber Efendimizin kıldığı veçhile namaz kılmak ve mal­larımızın kırkta birini zekât olarak fukaraya vermek bizim için birer ve­cibe bulunmuş oluyor.

235 -: Şarii hâkim tarafından evvelce nehyedilmiş olan bir şeyin muahharan yapılması hakkında bir emir sâdır olsa bu emrin mukteza­sı da vücub olur.

Meselâ: Sarhoş olanlar hakkında: Sarhoş ol­duğunuz hâlde namaza yaklaşmayınız) diye bir nehyi ilâhî vardır. Bun­lar, bu hâlin zevalinden sonra yine namaz kılmakla memurdurlar ve bu bapdaki emir, vücub içindir.

Kezalik: Bir müslümanı veya bir zimmîyi Öldürmekten müslüman-lar ne h yedi I mislerdir. Fakat böyle bir şahsın riddeti veya yolkesiciliği takdirinde katledilmesi için de şarii mübinin bir emri vardır. îşte bu emir de nehiyden sonra olmakla beraber vücub ifade etmektedir.

236 -: Nehiyden sonra vukubulan emrin vücub için olmadığına bir karine bulunursa bu emir, ibahe için olmuş olur.

Meselâ: Hac vecibesini ifâ eden bir müslim, ihramda iken kara hay­vanlarım avlamaktan memnudur. İhramdan çıktıktan sonra ise av &v-laması,: (Ipvk^i ^aui lji)âyeti celîlesile emrolunmuştur. îşte bu emir, iba-ha içindir. Çünkü av ile iştigâl esasen mubah bir şeydir. Bu iştigâl, sırf insanların menfaatleri İçin dünyevî bir harekettir, yoksa bir emri teab-büdî değildir. Size deniz hayvanlarını avlamak halâl kı­lınmıştır) âyeti celîlesi de saydın sırf halâl bir şey olduğunu ifade ediyor, yoksa her hâlde yapılması lâzım bir şey olduğunu ifade etmiyor. Artık bu gibi karinelerle anlaşılıyor ki, av hakkındaki emir, vücub için değil, ibahe içindir. Böyle bir delil, bir karine bulunmadığı takdirde ise ba'delhazr, yâni: nehy ve men'den sonra vaki olan emrin de vücub ifade edeceği şüphesizdir.

237 -: Mutlak olan, yâni: karineye mukarin bulunmayan bir emir sigası, tekrarı iktiza etmez. Memurun bih bir kere yapılmakla emre im­tisal edilmiş ve memurun vazifesi nihayet bulmuş olur. Meselâ: bir zata su vermesine emrolunan kimse, o zata bir defa su vermekle bu emri ye­rine getirmiş olur, artık ona tekrar su vermekle mükellef bulunmuş ol­maz.

Kezalik: Bir kadını kocaya vermeğe memur olan kimse, onu bir de­fa kocaya verse vazifesi nihayet bulur. Artık onu dul kalınca tekrar ko­caya veremez.

Kezalik: Bir kadını boşamaya vekil olan kimse bu babdaki emre bi­naen kadım boşasa, tecdidi nikâhtan sonra tekrar boşayamaz..

(imam Şafiîye göre emri mutlak, tekrar ve ummu iktiza etmezse de bunlara ihtimâli bulunur.)

238 -: İfası emrolunan ibadetlerin tekerrürü, haklarındaki emirle­rin tekrarı iktiza ettiğinden dolayı değildir. Belki o ibadetlere mahsus se­beplerin tekerrürüne mebnîdir ve şariin o babdaki sair beyanatına müs­tenittir.

Meselâ: Namazların tekerrürü, namazı ikame ediniz) emrinden dolayı değildir. Belki sebepleri o] an vakitlerin tekerrüründen ve Resulûllahm bunları o vakitlerde daima kılmış bulunmasından dola­yıdır.

Kezalik: cünüp olunca temizlenmeğe çalışınız) âye­ti kerimesindeki «fattahherû» emri, bizzat tekrarı muktezi değildir. Bel­ki bir vasıf ile, yâni: cünüblük hâlinin sübutile mukayyet olduğundan dolayı guslün tekerrürünü iktiza etmektedir. Çünkü: «her cünüb oldu­ğunuzda yıkanınız» mealinde emredilmiş, binaenaleyh cünüblük hâli te­kerrür ettikçe taharetin vücubü de tekerrür etmekte bulunmuştur.

239 -: Memurünbihin edası, ya muayyen bir vakit ile mukayyet olur veya mukayyet olmayıp mutlak bulunur.

Vakti mukayyeti, öyle bir vakittir ki, onun çıkması o vakte mahsus olan bir vecibenin eda sıfatını izale eder.

Meselâ: her günde beş vakit namaz kılmakla memuruz. Bu namaz­lardan her birinin muayyen bir vakti vardır. O namaz bu vakit içinde kılınmazsa eda sıfatını kaybeder, kaza nâmını alır. Binaenaleyh namaz­ların vakitleri, birer mukayyet vakittir. Ramazanı şerif orucunun vak­ti de böyledir.

Vakti mutlaka gelince: bu öyle bir vakittir ki, bunun fevt olması, o vakitte yapılacak bir ibadetin, bir teslim muamelesinin eda sıfatını izale etmez. .

Meselâ: lâakal nisap miktarı bir mal üzerinden bir sene geçince ze­kâtını vermek lâzımgelir. îşte bu zekât hakkındaki vakit, bir vakti mut-laktır. Hemen sene nihayetinde verilmesi eda oîaeağı gibi bir müddet sonra verilmesi de yine eda olmuş olur, kaza sayılmaz.

240 -: Mutlak emrin, mutlak olan vaktinde yapılması, bu emre hemen imtisal edilmesi, mendub ise de, her hâlde lâzım değildir.

Meselâ: Zekâtın senesi içinde veya senesv hitamında hemen veril­mesi mendubdur. Fakat, her hâlde vacib değildir, bir müddet sonra da verilebilir ve yine eda olmuş olur.

Emri mutlak, böyle fevri iktiza etmezse de bir karineye mukarin olunca fevrî, yâni: derhal yapılması icap eder.

Meselâ: Bir efendi, hizmetçisine: «Bana bir bardak su ver» diye emretse bu emir, her ne kadar mutlak ise de hâl ve makam karinesile mukayyettir. Hizmetçi suyu bir müddet tehir ederse bu emre imtisal et­memiş sayılır.

241 -: Emirlere ve memurunbihlere mahsus mukayyet vakitler üç türlüdür.

(1) : Vakti müvessa'dır. Buna «zarf» da denir. Namaz vakitleri gibi ki, kendisinde eda olunacak memurünbihe maa ziyade kâfidir ve kendisinde ayni cinsten bir ibadet daha yapılabilir. Meselâ: Öğle namazı vaktinde öğle namazı kılınır, yine vaktin bir kısmı kalır, başka bir na­maz kılınmasına da müsait bulunur.

Bu nevi vakitler, nefsi vücubun sebebidir. Şöyle ki: Böyle bir vak­tin tamamı, o vakitte eda edilecek namazın zarfıdır. Bu vaktin bunda kı­lınacak, farz namaza takaddüm eden ilk cüz'ü de bu namazın farziyetine sebeptir.

Bu gibi vakitler, ibadetler için bir miyar değildir. Yâni: yalnız o iba­detlere müsait olmakla kalmayıp ayni cinsten başka ibadetlere de mü­saittir. Bu veçhile böyle zarf oîan vakitlerin hükmü kendilerinde eda edi­lecek ibadetlere niyet ederken o ibadetleri tayin etmektir.

Meselâ: öğle namazı kılınacak ise onu niyette tâyin etmek, bugünkü öğle namazını kılmaya -niyet ettim, demek lâzımdır. Çünkü böyîe zarf olan bir vakit mazruf olan namazdan geniş olduğundan bunda nafile ve­ya kaza namazı da kılınabileceğinden bu tâyine hacet vardır.

(2) :-Vakti maziktir. Buna «mîyar» da denilir ki, ancak bir me­murun bihin edasına müsait olur. Ramazanı şerif orucunun vakti gibi ki, bir ramazan gününde yalnız bir oruç tutulabilir. Fazla tutulamaz.

«Bu nevi vakitlerde bunlarda eda olunacak memurun bihin vücubu-na birer sebeptir. Ramazanı şerif orucuna, ramazanı şerif ayının sebep olması gibi. Çünkü bir mükellefe orucun farz olması, bu vakte yetişmesi sebebiledir.»

Bu miyar nevinde niyeti tayine lüzum yoktur. Meselâ: ramazan gü­nünde mutlak oruca niyet edilmesi kâfidir. Ramazan orucu diye tâyine hacet yoktur. Zira bu vakit, başka oruca müsait değildir. Hattâ bir mü­kellef, ramazan gününde nafileye bile niyet etse yine farz olan ramazan orucunu tutmuş olur. Vaktin miyar olması bunu muktezidir.

(3) - : Vakti meşkuktür. Buna «müşkil» de denir. Bu bir vakittir ki, bir bakımdan müvessa, diğer bir bakımdan da miyara benzer. Hac vak­ti gibi ki, bir sene ancak bir hacce müsait olduğu cihetle miyara müşa­bihtir. Fakat bir senenin yalnız bazı aylarında hac erkânı yapılıp tama­mında yapılmadığı cihetle de müvessea müşabih bulunur.

Hattâ İmam Muhammed'e göre hac, müvessean farzdır. Ömrün herhangi bir senesinde yapılabilir. îlk iktidar senesinde yapılması icap etmez. Şu kadar var ki, muktedir olduğu hâlde ilk sene hac etmeyen kimse, bilâhare hac etmeden vefat ederse asim olur.

îmam Ebu Yusuf'a göre ise hac, muzayyakan farz olur. Yâni: ilk iktidar senesinde edası icap eder. Şu kadar var ki, ondan sonraki sene­lerden birinde yapılınca yine eda sayılır.

İşte hac vakti, bu ihtilâf bakımından müşkildir. Bir cihetten namaz vakitlerine, bir cihetten de oruç vaktine müşabih görülmüştür.

Vakit, hacrin şartıdır. Beytullah ise haccın sebebidir. Bu sebep te­kerrür etmediği için hac farîzesi de tekerrür etmez.

«Bu nevi vakitlerin hükmü, memurun bihin, meselâ: haccın her hangi bir senei hayatiyede yapılsa sahih ve eda olmasıdır ve yapılma­dan vefat vukuunda da mükellefin günahkâr olmuş bulunmasıdır.